13 Ağustos 2013 Salı

Akşam

Sıcak bir yaz günü, akşamüzeri, cam kenarında oturuyoruz. Pencere ardına kadar açık. Sokakta oynayan çocukların sesleri, çok tanıdık, eski bir şarkı gibi doluyor odaya. Neredeyse o şarkıya eşlik etmek için biz de katılacağız aralarına. Oysa sadece birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Az ötemizden bulutlar, kuşlar geçiyor. Sonra usulcacık bir yağmur.
Karşı evin balkonunda asılı çamaşırlara bakıyorum yağmurla birlikte. "Islandılar," diyorum, "haber vermeli kadına." Dalgın dalgın başını sallıyorsun. Kalkıp birer çay daha dolduruyorum. Çünkü berbat bir gün geçirmişim ve kelimeler benden çok uzaktalar. Orada, öyle uzun süre oturuyoruz hiç konuşmadan. Sadece bir ara yutkunup, "sanırım bütün gücümü güçlü görünmek için harcıyorum" diyorum sana. Sonra da bu cümle güçsüzlüğümün kanıtıymış gibi susuyorum bir süre. "Keşke bir kitaptan alıntı olsaydı bu cümle" diye de ekliyorum ardından. Çünkü sen de biliyorsun, insanın kendine ayırdığı cümleler hep daha çok can yakıcı olmuştur, hele bir yerde de okumamışsa. Ben çay bardağına uzanırken karşı evin balkonunda çamaşırları toplayan kadını farkediyorum. Gözlerimi kaçırıyorum hemen. Haber vermedim diye suçlu hissediyorum sanki kendimi. Bunu sana da söyleyemiyorum.
Sanırım o akşam, ömrümün en uzun akşamı oluyor. Sana da öyle mi geldi, bilmiyorum. Yağmur durmaksızın, usulca yağmaya devam ediyor. Ve ben, o cam kenarında bütün bir ömrümü geçirebilirmişim gibi hissediyorum birden. Oysa hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor. Belki de insanın canını en çok yakan, bunu bile bile, başladığı her yeni şeye uzun bir ömür biçmesi oluyor. Sonra bitiyor... akşam yani. Sanırım akşamlar, bu dünyadaki her şeyden daha çabuk bitiyor.