7 Ağustos 2014 Perşembe

Salıncak

Mahallenin ortasındaki parkta sıralanmış yeşil banklardan birine oturduk. Oturma kısmına değil ama, yaslanma kısmının üstüne. Öylesi daha havalı duruyordu çünkü. Hem bizden büyükler de hep öyle oturuyorlardı. Gerçi, akşamcı çekirdek çetesi teyzeler bize söyleniyorlardı öyle oturup bankları kirlettiğimiz için ama, o saatte onlar soğanları pembeleştiriyorlardı mutfakta. Sonra biraz salça... Karşıda iki salıncak, bir tahtıravalli, bir kaydırak. Sanki iki gün önce o salıncakta sallanan biz değilmişiz gibi, sanki onlara baktıkça çocukluğumuzu yâd ediyormuşuz gibi hülyalı bakışlar falan bizde. Biri çıkıp "sallanalım mı?" dese tutamayacak kimse kendini ama, denmiyor... Çünkü hepimiz büyümeye çalışıyoruz o sıra, hepimiz büyümenin heveslisi. Oysa ben daha birkaç gün önce zaten büyüdüm biraz.
Az ilerideki bahçeye bakıyorum bir süre yine. Bisiklete binmeyi orada öğrendim ben. G.'nin bisikleti vardı. Böyle yeşilli falan. Bir de muhabbet kuşu. Ben de istedim ama annem almamıştı. Bazen böyle odada çıkarıyorlardı kafesinden, sağa sola salak salak uçup duruyordu. Ama çok güzeldi. Bir keresinde kafama konmuştu hatta da, ne yapacağımı bilememiş, durmuştum öyle. G. gelip eline alıp koymuştu sonra kafesine. Gülüşmüştük neden olduğunu bile bilmeden. Biz gülüştükçe o daha çok ötmüştü. Kafesin yanına geçip çıkardığı sesleri kelimelere çevirmeye çalışmıştık bir süre.
Sonra bir gün, açık unuttukları pencereden kaçtı kuş. Çok ağladı G. Sanki kuşun gidişine değil de, bizden bir adım önde olmasını sağlayan bir şeyi kaybedişine ağladı daha çok. Bir şey demedim üzgün diye. Sadece bir an, "Üzülme dedim, geri gelir belki."  Gözyaşlarının arasından bakıp, bütün gülüşmelerimizi unutmuşçasına "sen nerden bileceksin ki?" diye yanıtladı beni, omuzlarını silkerek. Ben nereden bileceğim ki?
O ânı yeniden hatırlayınca kalkıp salıncağa yöneldim, "ben biraz sallanacağım" diyerek. İçlerinden kararını daha hızlı verebilmiş olanı gelip diğer salıncağı kaptı. Hayatımda o günkü kadar keyifle sallanmamıştım hiç belki de. Bilmiyorum ya da, bana öyle geldi. Belki bildiğim bir şeyi yaşıyor olmanın keyfiydi o, belki de değildi. Bak şimdi anlatırken bile bilmiyorum. "Hem zaten" diyorum yine, ben nerden bileceğim ki?