Bulutlar, üstü kirlense de oynamaktan vazgeçmeyen çocuklara benziyordu o sabah. Sanki onca kiri üzerlerinde taşıyan onlar değillermiş gibi, salına salına dolanıyorlardı gökyüzünde. Ve yağmur, bu duruma kızgın bir anne gibi gidip, söylenerek silkelerken üzerlerindeki griliği, usul usul iniyordu yeryüzüne.
Yanaştığım pencere kenarında, bu konuşmalara kulak misafiri olan bir yabancı gibi dinliyordum ben de; onun çatılarda, boş sokaklarda dolanan melodisini. Ama birdenbire susuyordu sonra, kendi kendine söylediğini sandığı şarkısının, birileri tarafından dinlediğinin farkına varan, utangaç, mahçup insanlar gibi. Aldırma sen bana desem de bir faydası olmayacağını bildiğimden, sadece susuyor ve umutla bakıyordum ona.
Herkesin bilemeyeceği yöresel bir deyimmiş gibi yüzümde asılı kalan o bakışa, daha dinler dinlemez seveceğim bir şarkı misali, bütün ritimlerini sokağa dökerek karşılık veriyordu o da. Sorulan soruya kendinden beklenmeyecek bir cevap veren çocuklar gibi şaşkına döndürüyordu beni. Ve şaşkınlığım, yağmura el açan bir çocuk olmama sebep oluyordu yine, yıllar sonra. Ardımdan anneanemin seslendiğini duyuyordum sanki, "el açma kızım yağmura, daha çok yağar."
Ben hep kollarımı kavuşturarak izledim, bu cümleyi duyduğum günden beri, yağmurları. Belki de o zaman öğrendim, insanın sessizce çağırmak için, bir tek ellerini kullanmadığını.
His
10 saat önce