25 Kasım 2013 Pazartesi

Park

"Gelecektir parka yalnızlığı duyan" Edip Cansever

Bir kasım öğleden sonrası, yağmurun ardından parıldayan çıplak ağaç dalları gibi göğe uzanmış kirpikleriyle bana bakıyor. Rengini belki kendisinin bile unuttuğu gözlerini, titreyen ellerinin peşine takıp, saçımı okşuyor. "Kızıma benziyorsun" Birinin kızına benzemek nasıl bir duygu bilmiyorum. En son ben küçükken bir kadın, torununa benzetmişti beni; sarılıp öpmüştü. "Torunun nerede ki?" diye sormuştum da, "uzakta" demişti. Şimdi ona soramıyorum ama kızının nerede olduğunu. Korkuyorum. Hayat bazı soruları sormanın ne kadar tehlikeli olabileceğini öğretiyor insana çünkü. O yüzden kızına benziyorum o anda. Hatta kim bilir, kızı bile oluyorum belki.
Kalkıp yanına oturuyorum bir zaman sonra. Elim ellerinin arasında ama dilimde söz yok. Yüzümdeyse başka anlamlara gelmemesine dua ettiğim bir gülümseme. "Ben de anneanneme benzetsem mi onu?" diye düşünüyorum. Birini sevdiğin birine benzetmek güzel de, ya ölmüş bir sevdiğine benzetmek? Oysa anneannem hep güzeldir. Dal gibi incecik, nasırlı ellerini birbirine sürtüşündeki melodiyi de duymasan hani, gencecik. Yaramazlık yaptığımda peşimden gülerek koşacak kadar da genç üstelik. Ama tedirginim işte yine de. Tedirgin olduğum zamanlarda hep yaptığım gibi başka şeylerden konuşuyorum yine.
"Evli misin?" diye soruyor birden, ben havadan sudan bahsederken. Şu hayatta en hazırlıklı olduğum sorulardan biri bu artık. "Hayır" diyorum gülerek, "değilim" Bir şey anlatacak belli ki ama vazgeçiyor. Başını sallıyor uzakta oynayan çocuklara bakarak. "Ben artık gideyim" diyorum, bir süre onun bu sallanışını izledikten sonra. "Güle güle kızım" diyor ellerini ellerime sararak. Birkaç gün sonra yine görüyorum onu, aynı bankta. Hava yine üşüdü üşüyecek diye meraklanılacak bir kıvamda. O görmüyor beni. Ellerindeyse yine, hiç varolmayan kızına benzettiği başka bir kadının elleri.

15 Kasım 2013 Cuma

Kış geldi

Tenefüse çıkan çocuklar gibi neşeyle içeri doluyor rüzgâr, açık pencerelerden. Belki de sırf bu nedenle, "güzel şeyler olacak" diye geçiriyorum içimden. Ellerime bakıyorum sonra. Onlar gezmeye götürülmemiş iki çocuk olmuş, küskün, sıkkın kalakalmışlar sanki kucağımda. Arada bir, evin o kullanılmayan sessizliğinin ortasında dolanıp duruyor, bazen de gidip birkaç kitaba dokunuyorlar. Bir kurşun kalemle, aklıma, içime takılan yerlerin de altını çizerek üstelik. Sadece bunun için bile minnettar olabilirim aslında onlara. Sonra bir müzik açıp yüzümü sarmaladıkları için, saçlarıma dolanıp bir bardak çaya uzandıkları ve seni hiç hatırlatmadıkları için de. Ya da belki ben öyle sanıyorum. Sadece bana anlatmıyorlar.
Sokağa çıkıyoruz o gün, sen gittikten sonra ilk defa. Hep şaşkın ve korkak duruyorlar yol boyu, ceplerimin kuytusunda. Selam vermeye zorlandıkça annesinin ardına saklanan çocuklar gibi, çıkmıyorlar hiç oradan. Oysa başka çocuklar da var sokaklarda, yüzlerinde yazdan kalma bir gülümsemeyle dolanan. Üstelik dondurma sonrası gibi rengârenk bir gülümseme. Ama bakmıyorlar hiçbirine. Hep daha uzakta duruyorlar hayattan, giderek daha çok. Sende böyle olmuyor değil mi? Biliyorum, olmuyor. Ama sen yine de böyle anlatma. Ben anlarım belki ama, onlar...
Sonra akşam oluyor. Olabilecek daha iyi bir şey bilmiyormuş gibi gün, elinden gelen bir tek buymuş gibi, birdenbire. Erkenden kararıyor gökyüzü. "Kış geldi" diyor birileri, gülümsüyorum. "Kış geldi" diyorum. Karanlık sokaklarda bile ceplerimden çıkarmadığım ellerimle uzun bir kışı bekliyoruz. "Belki de bize tüm bu olanları ancak uzun bir kış unutturabilir" diyorum. "Ya da biz bu uzun geçecek kışı ancak bunlarla unutabiliriz." "Kış geldi" diyorum bu kez sayıklar gibi, yolun kenarına sığınarak, gidip yeni kitaplar almalı. Hem belki zamanı da gelmiştir artık, ellerimi de ceplerimden çıkarıp eldivenlerle sarmalı.