12 Mayıs 2008 Pazartesi

Anneler günü

Aylardan mayıstı. Haftasonuydu. Anneannemi yeni kaybetmiştik. Tezgahı açıp eve geldiğimde, kahvaltı etmek için oturduğu masada, önünde annesinin fotoğrafı, ağlarken bulmuştum annemi. Ve ben, o an, hiç almamış olmayı dilediğim bir buket çiçekle, kalakalmıştım odanın kapısında. çiçeklerin kokusu odaya yayılıyordu. Annem, çiçekleri gördüğünde, düştüğünün farkına geç varan çocuklar gibi bir süre durup onra hıçkırıklarla bölünen bir ağlama tutturmuştu.
Elimde bir fotoğraf, bir köşede oturup ağlayacağım zamanlar gelmeden, çok geç olmadan, verdiğim sözlere sadık olma zamanıdır, dedim kendi kendime. Daha sabırlı, daha duyarlı, olunması gereken her ne varsa hepsinin dahası olabilmek için, yenilemeliydim kendimi.
"Annenin kaderi kızına çeyizdir" dedikleri doğru mudur bilmiyorum ama, ondan almak istiyorum ben, hayat karşısındaki cesaretimi. Çünkü zaman zaman çatışıyor olsak da, en büyük dileğim, onun kadar güçlü görebilmektir birgün kendimi…

Mayıs/2008

8 Mayıs 2008 Perşembe

Okulumuzu geri istiyoruz!

Ne kadar kolay yıkmak, dağıtmak, harcamak. Ve maalesef ne kadar kolay, çıkarlar söz konusu olduğunda, bunları sıkılmadan yapmak. Bazen aklım almıyor bu kadar kötü niyeti. “İnsanlar en fazla ne kadar kötülük düşünebilir ki?” diyorum. Daha güzel bir dünyaya inanmak istiyorum. Sonra her seferinde, bırakmayı düşlediğim yerden alıyorum yine savaş kılıçlarımı. Bakmayın öyle kılıç filan dediğime. Savaştığımız zihniyetler aslında.
Tarihimizi parça parça yok ederek, paraya dönüştürmeye hevesli; küçük hesapları, büyük oyunlara dönüştürmeye çalışan zihniyetlere savaş bu. Gerekçeli, gerekli bir savaş ama.
Tahta merdivenlerinde atılan her adımda çıkan seslere aşina kulaklarımız, tenefüslerinde banklarda oturup denizi izlemeye aşina gözlerimiz ve öğrendiklerine yenilerini ekleyerek, kendi doğrularını maharetle anlatmayı bilen dudaklarımız, bu zihniyete üç maymunu oynamayacaklar.
Gördüğümüz bu yanlışın; bizi, okulumuzu, tarihimizi hiçe sayarak söylediklerinizin, her daim karşısında olacağız. Ta ki siz, kafanızı gömdüğünüz o kumdan çıkarıncaya kadar. Ve biz, o binanın yeniden okul olarak kullanıma açıldığını görünceye, ilk ders zilini duyuncaya kadar devam edeceğiz.
Belki inanmayacaksınız, belki önemsemeyeceksiniz bugünlerde bizi. Ama birgün, siz bile çok şaşıracaksınız!…

Mayıs/2008

2 Mayıs 2008 Cuma

İyi ki doğdun Hoca

Çoğu zaman kararsız, kimi zaman seçeneksiz ve çoğunlukla da bütçesiz yolculuklarımızın yol arkadaşına…
Gözlerin kadar berrak ve güzel bir ömrün mihenk taşı olsun yeni yaşın.Öncelikli isteklerini, hayatının en zorlu bilmecelerinden seç bugün. Göreceksin, nasıl da başka olacak herşey.
Yeni yaşında sana, isa abim kadar araştırmacı, disiplinli, kardeşlerin kadar hayal dünyası geniş bir öğretmenlik hayatı ile; İstanbul kadar güzel ve vazgeçilmez bir aşk hayatı diliyorum.Ama hepsinden önce, keman çalabilmeni tabii.
Doğum günün kutlu olsun hoca…
İyi ki Doğdun…

Üç Kadın

Yeni umutlarla başlardık her şeye. Yeni bir aşka, yeni bir işe, yeni bir hayata. Ve birileri kırar, savurur, dağıtırdı o umutları. Ve bazen birileri, elbirliğiyle yapardı bunları.
Üç kadın... Umutlarını kendi hikâyeleri içinde kaybetmiş her biri. Bir apartmanın üç komşusu. Hepsine öğretmiş hayat, tek başına ayakta kalmanın zorluğunu.

Giriş katında oturur biri. İki oğlu vardır, evliliğinin onbeşinci ve onyedinci yıllarında sahip olabildiği. Çok zor şartlarda yaşamış, o çocukları okutmuştur. Ama hayat, beğenmez yazdığı zorlu senaryoyu. Art arda önce annesini, sonra kocasını alır elinden. Çocuklarından büyük olanı, babasının vefatından sonra, dışarıya karşı kontrollü ama annesine kontrolsüz davranışlar sergilemeye başlar.
Bu durum gün geçtikçe kötüleşir. Kimseye söyleyemez, yardım isteyemez önceleri. Çünkü dayak yemekten daha ağırı, evladının böyle bir şeyi yaptığını söylemektir. O yüzden gözünün morarmasını "çarptım", kolunun morarmasını "düştüm" diyerek geçiştirir bir süre. Ta ki bir gün, bu durum saklayamayacağı bir boyuta gelince...

Üst katında oturmaktadır diğeri. Çok büyük bir aşkla evlenmiştir birkaç yıl evvel. İki kızı olmuştur. Kayınvalidesiyle hiç anlaşamazlar, bu geçen süre içerisinde. Kayınvalide, evde öyle bir otorite kurar ki, çocuklar üzerinde bile söz hakkı kalmaz kadının. Sorunlar dayanamayacağı bir hâl alınca, annesine açar konuyu; annesi de babasına. Eve geri dönmek istediğini söyler, gururunu hiçe sayarak. "Çocuklarını bırakırsan gel" der babası. Üzerinde ne kadar söz hakkı olmasa da, candır; bırakmaz çocuklarını. Sadece onlar için çoğaltır artık umutlarını.

Üst katında oturur bir diğeri. Yalnızdır. Seneler evvel, çocuğu olmadığı için terketmiştir eşi çünkü. Ardında bıraktığını önemsemeden de evlenmiştir hemen. Ve kadın, üç sokak ötesinde oturan, üç çocuklu bu aile ile karşılaşmak zorunda kalır zaman zaman. Bu durum, hep eksik hissettirir kendini. Ve hep umut eder, asıl eksikliğin, kafalarının içinde olduğunu bir gün anlayabileceklerini.

Bir araya geldiklerinde, görünen haller dışında, içinden geçenleri anlatmaya yanaşmaz kimse. Anlaşmasız bir sessizlik hakimdir, sakladıklarına dokununca konuşmalar.
Susarlar, nasıl bu noktaya vardığını bilmedikleri hayatlarının, sırlarını saklarken. Susarlar, mutsuzluklarına kahkahalardan maskeler takarken. Susarlar, aralık kapılarını birer birer yüzlerine kapatanlara, yalnız bırakanlara, acılarına alaycı kahkahalar atanlara. Susarlar, onların suskunluklarıyla vicdanlarını rahatlatanlara. Bilirler aslında, ne zordur kadın olmak. Ama bu kadarını tahmin bile etmemişlerdir. Ve ellerinden sadece, bir sabah, başka bir güne uyanmayı dilemek gelir.