22 Mayıs 2009 Cuma

Düğümleniyor her şey

Bir yolun kenarında, elbisesinin eteklerini etrafına yaymış oturuyor bir kadın. Elinde tuttuğu ipin düğümüne bakıyor. İki ayrı ip, bir düğümle bağlanıvermiş birbirine. O düğüm nasıl çözülür biliyor bilmesine kadın, ama çözüm kendi kararı olamayacak kadar karmaşık duruyor. Birileri sürekli konuşup akıl veriyor ona. “O ipi ne kadar zor birleştirdin!” diyor biri. “Öyle hemen çözülüverir mi?” “O düğümü atmadan evvel düşünecektin bunu!” diyor bir başkası. Bense bir köşeden izliyorum sadece. Elimi uzatamıyorum o düğüme.
Akşam serinliği, geçmiş günlerin sıcaklığına kananları çemberine almışken, sadece rüzgarın etkisi sanıyorum içimdeki titremeyi. Oysa bir buzdolabının kapağını açmış, önünde öylece duruyorum sanki. O anlatıyor, ben dinliyorum. Uzun zamandır saklanmış sözcükleri sıralayıveriyor ardı ardına. Tüm cümlelerini dinledikten sonra, birkaç cümleyi toparlayıp söylüyorum. Ama hiçbiri şaşkınlığımı anlatmaktan öteye geçemiyor. Hem ne söylersem söyleyeyim, o düğümü çözebilecek yalnızca kendisi. Ve senelerimizi birlikte geçirmiş olmamıza rağmen, şimdi ikimiz de başka noktalardan bakıyoruz hayata. Geçen 3-4 yılda çok yol katettik. Ne benim bulduğum çözüm onu mutlu edebilir artık, ne de ben onun mecburiyetini anlayabilirim. İşte en çok bu üşütüyor beni.

1 Mayıs 2009 Cuma

Fiyat ve değer

Ağır aksak adımladığı sokakta kimsecikler yoktu. Hissettiği acı, sokağın kimsesizliğinde rahatça yayılmıştı yüzüne. Her adımında ayağının altına iğneler batıyordu sanki. Apartmanlardan çıkan biri olursa, tozu alınmış ahşap bir zemin gibi, kaskatı kesilmiş bedeninde saklayacaktı, yüzündeki acıyı. Sokak bitipte, büyük mağazaların bulunduğu ana caddeye çıktığında, derin bir nefes aldı. Ana caddenin kaldırımları ile ara sokağın kaldırımları, ülkenin doğusu ile batısı kadar farklıydı. Artık daha az acı çekecekti yürürken.
Karşı kaldırıma geçmeyi düşündü. Bir süre gelip geçen arabalara çekingen bir şekilde baktı. Bulunduğu yer yaya geçidiydi ama ne gelip geçen arabaların bunu önemsedikleri vardı, ne de kendilerini onların önlerine atan insanların. Birkaç dakika sonra, yavaşlayan bir arabadaki bey, yol verdi kadına. Ağır aksak geçti yolun karşı tarafına.
Bir mağazanın vitrinine yanaştı. Günlerdir gelip geçerken baktığı o elbiseye daha dikkatli bakıyordu şimdi. Alamadığı için dertlenmişti. Belli etmemeye çalışsa da, kızı da üzülüyordu elbiseyi alamadığına. O da kızının üzgün haline daha fazla dayanamış, kıyıda köşede kötü günler için sakladığı altınlarını gözden çıkarmıştı. Bir süre vitrini seyretti öylece. Cama yansıyan yorgun suretini, acılı yüzünü farketmemişti bile.
Elindeki gazeteyi masanın üzerine bırakan tezgahtar, sigarasının dumanı ile çıktı mağazanın kapısına. Cama konmuş sineği kovalar gibiydi bakışları. Kadın, adımlarıyla artan ayağının acısına aldırmadan, mağazanın kapısına yönelirken, tezgahtara gülümsedi. Tezgahtar, donuk yüzüyle bir set çekmişti sanki kapıya. Kadın, gözleri vitrinde yavaş yavaş yaklaştı mağazaya. Israrla kapıda dikilen tezgahtara yöneltti sonra bakışlarını. Dudaklarından dökülmese de, bakışları, “nereye?” der gibiydi tezgahtarın. “Vitrindeki elbiseye bakacaktım.” dedi kadın. “O elbise 300 lira” dedi tezgahtar. Yüzünde acıma dolu bir gülümseyişle, “o elbiseye bakacağım” diye yineledi kadın. “Fiyatını sormak istesem sorardım. Derdimi en az sizin kadar anlatabiliyorum” diye de ekledi ardından. Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle mağazaya girdi tezgahtar. Askıdaki elbiseyi aldı eline, “az evvel de söyledim. 300 lira!” Kadının daldığı hayalde ne tezgahtar vardı, ne de onun iğneleyen sözleri. “Hediye paketi yapar mısınız lütfen” dedi kadın. Duyduğuna anlam veremeyen tezgahtar, soru dolu bakışlarını yöneltti kadına. Çantasını açıp parayı saymaya başlayınca, tezgahtarın yüzündeki soru dolu ifade, abartılı bir şaşkınlığa dönüştü. Parayı denkleştirdiğinde, gözlerini kaldırıp, tezgahtarın yüzündeki ifadeyi yokladı kadın. Biraz olsun mahcubiyet aradı o bakışlarda. Bulamadı…
Yokluğu imâ etmenin, yüzüne vurmanın ayıp olduğunu öğrenerek büyümüştü o. Hatta yokluğu ulu orta söylemenin bile ayıp olduğunu öğretmişlerdi. Şimdi nasıl olmuştu da değişivermişti her şey. Yoksunluk, nasıl olmuştu da insanları hor görme hakkı tanımıştı birilerine? Umursamazca etiketledikleri değer kaybediyordu. Asıl yoksun olan onlardı aslında. Her şeyin fiyatını bilenler, değerini bilemeyeceklerdi asla!

Mayıs/2009