Sıcakların henüz bastırmadığı; rüzgârın, hatta yağmurun insanların söylenmesine sebep olduğu başka bir günü anımsadım bunları düşünürken. Her şeyin yolunda gittiğine sevinirken, birdenbire tepetaklak olduğunu gördüğün günlerden biri. Bir anda derin bir sorgulamanın, kaygının, korkunun içine düşmüştüm. Yapacağım ya da yapmayacağım şey, birbirine zıt iki seçenek olarak dönüp duruyordu aklımda. Bir an birini savunuyor, sonra diğerine geçiyordum. İki düşünceyi savunan da, yargılayan da bendim. Olacaklardan korkan da, her şeyi yapmaya cesaret edebilecek olan da bendim. Orada bir şey olduğunu biliyordum sadece, ama ne? Bana neye mâl olacak ve nasıl olacaktı? Daha da önemlisi, tam olarak ihtiyacım olan şey miydi? Sonra durup dinlemeye ve anlamaya çalışmıştım kendimi, ama cevabın doğruluğundan hiç emin olamamıştım. Tıpkı o arabanın anonsundan hiçbir şeyi anlamayışım gibi.
Önemsendiğimizden emin olamadığımız, sevildiğimizden emin olamadığımız, güvende olduğumuzdan ya da güven duyabileceğimizden emin olamadığımız tüm o ikili ilişkilerimiz gibi. Ailemizle, dostlarımızla, arkadaşlarımızla, sevgililerimizle. Birilerinin söylediği anlaşılmaz cümleler, o cümlelerin yarattığı muğlak hisler ve tüm hepsinden ustaca geçip bir sonuca ulaşabilmeye dair iç sıkıntılarımız belki, bizi bir yolcu yapmıştı. Hiçbir şeyin kalıcı olmayabileceğini kabullenen, içi daraldığında durup gökyüzüne bakmayı seven, ve yoluna devam eden bir yolcu. Ve tüm yolcular gibi bavulu hep hazır.