24 Temmuz 2009 Cuma

Çözdükçe dolanıyor

Gün geçip gitmiş yine, gökyüzü koyu karanlık. Tek tük ışıklar yanıyor evlerde, pencereler ardına kadar açık. Mutfak musluğundan damlayan suyun sesi kaplıyor karanlık evlerden birini. Sessizlik öyle sarıp sarmalamış ki duvarları, koltuğa topladığı bacaklarına sarıp kollarını, nefesini dinliyor kadın.

Kalkıp musluğu kapatmak gerek. Kalkıp ışığı yakmak gerek! Ya da ne bileyim, bir ufak çantaya birkaç parça eşya atıp, yollara çıkmak gerek. Oysa o, damlayan bir musluğun gereksiz ritmine ayak uyduruyor. Tuhaf kokularla sarmalanıyor çevresi; umursamıyor...

Şu hayatta önem verdiklerinin, sokaktan geçen el arabasına, mandal karşılığı verilen eskiler kadar bile değerinin kalmadığını gördüğünden beri, yarım bir insan gibi hissediyor kendini. Ne kadar uğraşsa da aklı almıyor bir türlü, çevresinde olup bitenleri. Bir rüzgâr olup esmek, fırtınaya dönüşmek, değer verdiklerinin üzerine basıp geçenleri, silip süpürmek istiyor yanından yöresinden. Doğru sözle, iyi niyetle, gözlerinin önüne serilmiş bir yürekle karşılaştığında, şaşırmamak istiyor; olmuyor...

Bütün ağrılar gece ilişiyor insana. Diş ağrısı gibi, gönül ağrısı da. Bir kelime kadar basit aslında, gece gece sancıya sebep olanların, hayatlarını oturttukları temel. Her şeye bencillik penceresinden bakabiliyorsanız eğer; hiçbir sorun, ne gece, ne gündüz, ağrı olup kapınızı çalmıyor. Ama varlığınızın adına yaraşır duygularınız varsa hâlâ, ve yüreğiniz, vicdanınız biraz da; o ağrılar artık kapıyı çalmaya bile gerek duymuyor. Anlamaya çalışıyorsunuz insanları ama, bir cümle o kargaşada aklınızdan uçup gidiyor. Anlamak diyor ya hani şarkıda, çözmeye yetmiyor...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Deli diyorlar sana...

Asipena'ya...
Memleketinin çok uzağında bir ülkenin, sana yabancı sokaklarını adımlarsın. Görüntüler, insanlar, kokular, konuşulanlar başkadır. Ne kadar kendini oyalamaya uğraşsan da, ardında bıraktıklarının yokluğu canını acıtır.
Her sabah, bir rüya olmasını dileyerek açarsın gözlerini yeni güne. Ama gördüğün yine yabancılıktır! O an gözlerini sımsıkı kapatıp, gördüklerini inkâr etmek istersin. Çocuklar gibi ellerini kulaklarına siper edip, o yabancı sesleri duymayasın diye, bağırıp çağırmak istersin. Ama olmaz, olmaz işte!
Ayaklarını sürüye sürüye çıkarsın yollara. Günler geçer, haftalar, aylar geçer; alışamazsın. Sesini özlersin sevdiklerinin, kokusunu özlersin annenin yemeklerinin. Öylece durup izlediğin manzarayı, adımladığın kaldırımları, keyifle içtiğin çayı özlersin. Ayrıntı sandığın birçok şeyin, aslında ne kadar önemli olduğunu farkedersin. Kendine anlatırsın derdini... Gözlerinin içine bakmadan kendinle konuşursun... Birileri sana deli der, aldırmazsın. Özleme bu kadar dayanabiliyorken, deli olmayı ödül bile sayarsın.

17 Temmuz 2009 Cuma

Akşam çayı

Karanlığın ortasına, belli aralıklarla yakılmış mumlar gibi şehrin ışıkları. Gükyüzünde ay; masada, ince belli bardakta, yeni demlenmiş çay. Günün yorgunluğunun üzerinden geçen, hafif, ılık bir rüzgâr.
Bakışlar, uzaklarda bir noktadan yol gözlüyor sanki. Oysa parmaklar, çay tabağının kenarında, yarım yamalak hatırlanan bir şarkının, tanınmayan melodisine kaptırmış kendini. Az sonra, yeni dağıtılan çaylardan, masaya davet edilen misafire "hoşgeldin" der gibi yükselen kaşık sesleriyle, bozulur düşüncenin de sessizliği.
Oysa her bardakta kenara ayrıp kaşığı, yarım kalan bir hikâyeye devam eder gibi yudumlarım ben çayı. "Nerede kalmıştık?" diyerek uzanırım bardağa. Ama özlüyor insan bazen, bardakta dolaşan kaşık sesini bile. Ve sohbetlere karışıp giderken yudumlar, alışıyor bazı seslerin yitip gidişine de.
Konular değişiyor, sesler, sözler değişiyor... Başımızda asırlık ağaçların yaprakları hışırdıyor belki. Etraftaki insanların uğultusu eşlik ediyor ona. Ve akşam, usulca giriyor gecenin koynuna...
17.07.2009

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Bulmaca

Gökyüzünün griliği ve delicesine yağan yağmurun sesi eşlik ediyor bugünüme. Sen neredesin şimdi, ne yapıyorsun acaba? Benim gibi cam kenarında sessizce oturup, yağmurla akıp gitmek istiyor olabilr misin? Seviyor musun yağmuru acaba?
Yanımda olsan, bir bulmaca alsan eline yine, ardı ardına sıralayıversen soruları. Bilmediklerime şaşırsan, bildiklerimden anlamlar çıkarsan, başka sorular sorsan sonra. Seninle eksik kalan ya da tamamlanan her neyse onu bulmaya çalışsam ben de, sen sorular sorarken. Kalbimi koysam tartıya, aklımı da yanına. Ölçsem, tartsam... Yüzüne baksam, gülümseyişini de eklesem sonuca. Böyle çözülür mü bu bulmaca?

Temmuz/2009

Arayış

Kalabalıktan yükselen kahkahalar arasında, yolunu kaybetmiş bir dertli bakış, gelip yerleşiverdi gözlerime. Bağlamanın sesinde bir yol buldum kendime. Geçtiği yolları kaybetmesin diye ekmek kırıntıları bırakan, o masal kahramanının yolundan yürüdüm. Yürüdükçe uzaklaştım tüm kalabalıktan, derin bir sessizliğin içine düştüm. Elimde bir bardak, kafamda onlarca düşünce... Her yudumda tükenirken hayat, tıpkı elimdeki o bardaktan eksilenler gibi; hiç unutulmasın diye aklıma kazınmış, onlarca anı gelip geçti gözlerimin önünden. Üzgün oldum, kızgın oldum, yorgun oldum. Âşık oldum, mutlu oldum. İşte bütün gece, hayatın neresinden tutunup yürümeye başlayacağımı arayıp durdum.