15 Mayıs 2012 Salı

Hitap

İlk mektubunu yazan bir çocuk oluveriyordu aklım, adın her geçtiğinde. Bildiği bütün güzel kelimeleri, telâşla, hevesle birbiri ardına dizip, işinde acemi bir sihirbaz edasıyla ne olacağını bekliyordu sanki bir köşede. Bilmiyordu ama, daha sonra o kelimeleri cümle içinde de kullanacaktı, ortaokul Türkçe kitaplarının ödev bölümlerinde. Henüz erkendi onun için. Oysa kalbim... ondan bahsedemiyorum bile.
Günlerden cumartesi, mevsim mutlaka bahar ve akşamüstleri ılık bir rüzgâr oluyordu sokaklarda. Bir çocuk annesini cama çağırıyordu o sokaktan, ağlayarak. Ne söylediğini annesi dahil kimse anlayamasa da, birini şikâyet ettiği üzerinde hemfikir oluyordu bu duruma şahit olanlar. Sonra koşa koşa arkadaşının yanına gitmesini izliyorlardı yüzlerinde bir tebessümle. Oysa ben, seni şikâyet edemiyordum hiçkimseye. Ancak kendi kendime söylenip duruyordum. Bazen kızıp küsüyor ve ardından barışıyordum, vardıramadan dakikaları saatlere.
Her kahve içtiğimde fincanı mutlaka kapatıyordum mesela, adının eşliğinde. Kahve adının eş anlamlısı bir kelime oluveriyordu bir anda. Sonra gökyüzü, sonra su ve belki çiçekler. Ve kim bilir, kitaplara dağılmış o söyleyemediğin cümleler. Hepsi sığıyordu adının içine. O yüzden ne zaman güzel bir mektup yazmak istesem ben sana, sadece adını yazıp kalıyordum böyle.

5 yorum:

cem dedi ki...

çok değil mi, bir isme bu kadar anlam yüklemek?

Pilli Petro dedi ki...

seviyorum seni de kelimelerini de :-)

laleninbahcesi dedi ki...

Tülay, ne çok yaptık, hiç farkına varmadan baktık ki bir isimle doldurmuşuz sayfaları. Ama senin bunu anlatma biçimin e de o günleri hatırlatışın güzel olan.

pia_set dedi ki...

Büyüleyici... Hakikaten harika yazıyorsun, yüreğine sağlık.

beenmaya dedi ki...

o tek bir ismin altında sayfalar dolusu cümleler var aslında...