25 Mayıs 2012 Cuma

Kalan

Eski zaman çocukları gibi uslu bir yağmur yağıyorken dışarıda, pencereler, o çocukların anneleri gibi telâşsız açılmışlardı evlerin muhtelif odalarına. Hafif bir rüzgârla salınan perdeler ve ikram edilen çayların ardından, tabakta her ne var ise onun tarifini almalar başlamıştı bile bir yerlerde çoktan. Ya da benim gibi böyle, bir pencerenin önünde olmayacak hayallere dalmalar. Çünkü burada olduğu gibi, bugün bir yerlerde daha günlerden mutlaka pazar.
Oysa bu sabah ben, sözleri unutulmuş bir şarkıdan mütevellit, ağızda yuvarlanılıp sanki biliyormuşsun havası yaratılmaya çalışılan kelimeler gibi karmakarışık başladım güne. Kitaplarda aradım kendimi sonra, bembeyaz defter yapraklarında, pencere önündeki sardunyalar ve erik ağacının müdavimi serçelerin kıpırdanışlarında. Yoktum. Kimi kelimeler kaybolur bazen. Son çare olarak aynalara ve bahçede sallanan rüzgâr çanına da baktıktan sonra, mutfağa gidip su koydum çaydanlığa. Mesela bu cümlede çay, en belirgin öğe bağlaçtan sonra. Bağlaçlar diyorum, öyle kolay kolay atılmamalı yabana.
Şimdi sen diyeceksin ki, "bütün bunların ne önemi var?" Olur mu hiç öyle, olur mu! Sen de onu sevsen mesela, hani "sen de..." Çünkü biz bağlaçlardan oluşmuş insanlarız. Onları da çıkarırsak hayatımızdan, ne kalır bizden geriye?

1 yorum:

MAVİ TUTKU dedi ki...

Kendini kaybedince herşeyin önemi var.