1 Ocak 2009 Perşembe

Bir ömür tükenirken

Ne ayaklarının dermanı kalmış kenarına yığıldığı yolu adımlamaya, ne de gönlü dayanmış bir başına kalakaldığı hayatı yaşamaya. Bir adam upuzun yatıyor sokak ortasında.
İki polis duruyor başında. Biri eğilmiş, “Hey hemşerim kalk” diye dürtüklüyor adamı. Diğeri durduğu yerden öylece izliyor ikisini. Neden sonra yerde olan nabzını kontrol etmeyi akıl ediyor. Bir doktor edasıyla iki parmağını koyup bekliyor. Dünyada bilinmeyen bir hastalığı teşhis eder gibi halleri. “Ne olmuş?” diye soruyor diğeri. “Ölmüş” diye yanıtlıyor onu doktor özentisi.
-Nereden anladın peki?
-Ben ilk yardım kursuna gittim, diyor, adamın yanından doğrulurken. Diğeri küçümser bir edayla,
-Oğlum ne âlâkası var ilk yardımla ölümün?
Kelimelerle anlatmakta zorlanacağımız el hareketleri ve yüz ifadesiyle yanıtlıyor onu mesai arkadaşı. Ortada önemli bir durum yokmuş gibi günlük konuşmalarına devam ediyor onlar. Hayatın uzun zamandır gözden çıkardığı biri için, daha fazla kelime sarfetmeyi gerekli görmüyorlar demek ki.
Soğuk bir ocak akşamı, bütün gün yağan yağmurun ıslattığı kaldırım taşlarına boylu boyunca uzanmış Faruk Bey, yüzünde garip bir ifade. Üzüntülü mü, sevinçli mi çözemiyoruz tam. Hani mümkün olsa yüzünün sol yanı mutlu, sağ yanı üzgün diyeceğiz ama…
Yerde yatan bu adam, ömrü boyunca karıncayı bile incitmemiş biri. Sadece yere düştüğünde ezivermiştir, etrafta gezinen karıncaları belki. Ama öyle anlıyoruz ki, mecburiyetten onun da bu zalimliği.

Ocak/2009

0 yorum: