21 Temmuz 2011 Perşembe

Kurak

Kıskanç bir sevgili gibi güneşin önüne dikildiğinde, ağlayarak konuşan çocuklara benziyordu bulutlar. Ne dediği bir türlü anlaşılmıyordu. Kapı çaldığında, dantelli örtüler gibi bir yerlerde sakladığı misafir ses tonunu kuşanıp uyarıyordu rüzgâr; ağlamadan konuş. Ancak o zaman anlayabiliyorduk işte; sarıyı, beyazı, griyi bütün ihtişamıyla gördüğü hâlde, hep bir maviye hasret geçirdiği günlerine ağladığını, gökyüzünün. Ama nasıl anlatabilirdik bilmiyorduk, özlediği şeyin aslında bizzat kendi yansısı olduğunu. Susuyorduk o yüzden. Ve suskunluğumuz, bulutlara hiç ulaşamamış bir yağmur çağrısı oluyordu.

3 yorum:

Elif Gizem dedi ki...

tüylerim diken diken... kendimizi özletmesin hiç hayat. hiç ama hiç...

Profösör dedi ki...

İnsan bir parağraflık ibarede kendini bulabiliyor.. teşekkürler...

nil dedi ki...

benim çağrım bu sabah ulaştı sanırım bulutlara, yağdı ve ferahladı gökyüzü, içimle beraber :)