Üstünde gül reçeli olan bir masanın başında konuşulan şeyler ne kadar hüzünlü olabilirdi bilmiyordum. Hele de çaylar, ince belli bardaklarla, okuduğumuz kitaplarda aynı cümlelerin altını çizdiğimiz insanların sıcaklığında getirilmişken masaya.
Ama işte, yüzümün bulutlu ikliminde gezinen o yağmur havası, deli bir rüzgârla savrulup dururken içimin kuytu köşelerinde, çaylar bile yağmur toplayan bulutlar gibi koyulaşmıştı yine; kenarında parmaklarımızın unutulduğu çiçek desenli çay tabaklarının üzerinde. Ki ben hiç sevmem soğumuş çayı, hava o günkü gibi mevsim normallerinin üzerinde seyretmiş olsa bile.
Gül reçelinin bir anda koyulttuğu hüzünlü sohbet, çay tazeleme merasimiyle bölünmesin diye, her an içecekmişim gibi bir türlü ayıramıyordum parmaklarımı bardağın üzerinden. Oysa susuyorduk çoğu zaman. Suskunluğun dilini çözmüş insanlarla soğuttuğum çaylar gibiydi belki hüznüm. Belki de bir buketle değil de, bir kase içinde hediye edilen rengârenk güller gibi. Ve kimbilir, sonbaharda soyunan bir ağaç gibi sadece yapraklarını katmış olduğu hâlde, yerken dilime batıyorsa diken, hiçbir gülün dikensiz olmayacağını öğrenerek büyüdüğümüzdendi.
His
14 saat önce