28 Eylül 2009 Pazartesi

Bir gece vakti...

Akşamın karanlığı çöker; günün aydınlığını, eski sevgilileri gibi unutuveren şehrin üzerine. Rüzgâr dolaşır, henüz rafa kalkmamış yaz kıyafetlerinin, açıkta bıraktığı teninde. Ürperirsin... Beklediğin dostların gelir, sarılırlar. Sözleriyle ısınıverirsin.
Çaylarınızı yudumlarsınız, özenle kurduğunuz masada. Aileden, işten, günün o saatinde kayda geçmesi gereken, gün sonu hesaplaşmalarından katık edersiniz, çayın yanına. Geçirdiğin hiçbir zamanın, o an kadar olağan ama bir o kadar da özel olamayacağını hissedersin konuşurken.
Saatler ilerler, muhabbetinizle beraber. Güldükçe kırışır göz kenarlarınız, ağladıkça ıslanır. Ne kahkahalar, ne yanağınızı yakan yaşlar değildir aslında sizi ilgilendiren; baktığınız gözlerdeki ışıktır. Konuşmanın bir yerinde, hatırlamaya bile cesaret edemediği anıları, anlatmasa da gönlünden dışarı sızdıran rahatlıktır.
Müzikler dolanır tüm anlatılanların başucunda; eşlik edersiniz hiç düşünmeden. Çünkü düşünülecek başka şeyler vardır. Çıkış yolunu bulurum sandığınız çıkmaz sokaklarda, sizi gezindiren...

2 yorum:

Emrah Ateş dedi ki...

güzel yazı
yüreğine sağlık

aysema dedi ki...

Bir çıkış mutlaka vardır. Aramaya devam...