15 Şubat 2013 Cuma

Mutfak

Yağmur, ocakta kaynayan tencerenin sesine eşlik edercesine vuruyor mutfak penceresine. Aklıma Oğuz Atay'ın "Babama Mektup'undan o sahne geliyor birden. "...ben de mutfağa giderek "Burada gene bir şeyler kaynıyor Muazzez" diye içeri seslenebileyim ve bana "Kaynadığını görüyorsun altını kıs Cemil Bey" denilsin ve ben de hiçbir şey yapmadan mutfaktan çıkayım." İnsanın odada sesleneceği birileri olmayınca, mutfaktan çıkası gelmiyor galiba. Sürekli buğulunan camlar, sigara dumanı ve boş bardaklar, dolu kül tablası ve kıyışık bırakılmış balkon kapıları arasında geçirebiliyor meselâ bir gününü. Soğuk havaya rağmen dışarı çıkma iznini koparmış çocuklar gibi şen şakrak koşturup duran akreple yelkovanın da yardımıyla. Ve belki birkaç da şarkı. Köşe başında oturan dilencinin Aylak Adam'ın bahsettiği o dilenci olma ihtimali ne acaba? Peki karşı evin bütün perdeleri yine niye böyle sıkı sıkıya kapalı?
Gidip ocağı kapatıyorum ben de bir hınçla. Sandalyeye oturup, yavaş yavaş azalan bir ritimle sona eren tencere şarkısını dinliyorum bir süre. Bence tutar bu şarkı. Vurmalılar bir harika. Sonra kalkıp, kahve, cezve, su ve şekerin arasına karışıyorum. İlk yudumu alırken aklıma gelen bir şiiri okuyorum içimden, ezbere. Ağlamaktan şişmiş gözlerimin kıyısında bir damla beliriyor o an. Yavaşça çeneme doğru süzülüyor. "Falımda yol var demek ki" diye geçiriyorum içimden.
Telefon çalıyor. Bugünlerde telefon sadece çalıyor. Çalan telefonlara elim gitmiyor. Oysa kapı öyle değil. Açmak zorundasın mutlaka. Üst kat komşum, misafirleri için yaptığı hazırlıkları anlatan bir sunum tabağı hazırlamış, uzatıyor. Tabaktaki poğaçalar kadar sıcak olan yüzündeki o gülümseme, biraz sekteye uğruyor benim hâlimi görünce. Fakat o şaşkınlığa rağmen, "tabağı" diyor, "boşaltırsanız..." "Tabii," diyorum, "hemen getiriyorum." Tabağı boşaltıp yıkadıktan sonra, az önce altını kapattığım yemeği dolduruyorum içine. Karşılıklı teşekkürler. Mutfağa döndüğümde yağmur hâlâ yağıyor. Evde yine yemeğim yok. Ama daha da kötüsü, aynı yemeği bir daha yapmaya gücümün kalmamış olması. Zaten diyorum, insanın gücü yoksa...

6 yorum:

annemahsustan dedi ki...

İçinde sevdiğim yazarlardan/şairlerden alıntı yapılmış yazıları okurken bir başka keyif alıyorum...

Keşke gücümüz olsa!

laleninbahcesi dedi ki...

bazen ne kapı çalsın, ne de telefon ister insan...
Ama içinden ezbere şiir okuyabilmek harika...

bay tükancı dedi ki...

- "Kimmiş gelen?" diye soruyor içeri odadan yağmura karışan ses.
"Üst kat komşum, poğaça getirmiş." Poğaçanın sıcaklığı mutfaktan başlayarak sesin geldiği odaya doğru gidiyor. Gözle görülmese de hava durumu sunucularının dediği gibi, sıcaklık yer yer hissediliyor. Doğal karşılanıyor bu, sonuçta hamur işi var işin ucunda. Hamur işi, sevilir, hatırı sayılır.
"Yemek yapayım mı, aç mısın?" diyen bir soru uzanıyor, görünmeyen odalardan içeri. Göz temasının olmadığı mesafeler, yoruyor insanı. Evlerin fazla odası olmamalı.
"Çay demlesen yeter, yeriz poğaçayla beraber."
Sıcaklık hâlâ hissediliyor, hemde yer yer. Üstelik karışmıyor yağmurun yağışına. O an başka şeyler düşünen ev sakinleri, düşünecek bir şeyleri olmadığı zaman bunu da düşünebilirler belki, hissedilen sıcaklık neden karışmaz yağmura? Sakinliklerini bozmamalı evvela.
Ama müsait değiller şimdi. -

İnsanın gücü, yağmurda mı yoksa hamur işinde mi saklı? Yada bunlar da güzellik bulacak noktalarda mı :)
Hikayelerin, mutlu olsun hep.

G.o.D dedi ki...

Bu cidden başka türlü bir şey...

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Su gibi yazıyorsun, su gibi ...

safransarı dedi ki...

http://www.youtube.com/watch?v=QLT9e8nwdpc

İclal Aydın eşliğinde okuyunca da bir başka güzel oldu he. Ayrıntıyı güzel yakalıyorsun , kafamda canlanıyor nesneler yazılarını okurken..