19 Mayıs 2025 Pazartesi

Işık

Başımı otobüsün camına yaslayıp gidiyorum. Bulutlar şekil değiştirdi, yollar şekil değiştirdi; hatta belki çiçekler bile şekil değiştirdi. Oysa ben öyle kaskatı, çokça umutsuz, bir o kadar da bıkkın bitirdim o yolu. 
İnsan kalabalığının çok yoğun olduğu bir yerde, ters yönden gidiyormuşsun hissi veren yol boyunca düşündüm. Bana bu hissi veren ne? Neden herkes hep doğru yoldan gidiyor da, ben yanlış yerdeyim hissiyle yaşıyorum? Dükkanlara bakıyorum, insanlara bakıyorum, onların etraflarında dolanan, o bitmek bilmez koşturmacaya bakıyorum. O anda fark ediyorum onu. 
Başına taktığı o çok saçma ışıklı taçla, yüzünde tüm bıkmışlığı ama mecburiyetlerinin farkında birinin tavrıyla duruyor köşede. Sokak lambalarının ışığı altında parlayan kafasındaki taçtan bile parlak gözleriyle. Her şeye rağmen. Yaz akşamında bir lunapark gibi. Caddeden geçen tüm insanlar gözlerinde sanki ve çoğunun gülen yüzleri. İnsanın gözleri, başkalarının mutluluğuyla ışıldayabilir mi? Onlara kızgın olması için onca sebep varken, ve yanından geçen herkes, o yokmuşçasına yoluna devam ederken; insan nasıl böyle durabilir ki?
Ama duruyor işte. Bedeni küçücük ama kocaman bir dağ gibi. Sanki hep oradaymış ve aynı zamanda hiç orada var olmamış gibi. Şimdi ışıklar sönse tüm caddede bir anda. Herkes o koşturmanın bir anlık da olsa farkına varsa. Tüm o koca caddede bir tek onun gözleri ve başındaki ışıklı taç kalsa meselâ... her şey yine aynı şekilde devam edebilir mi?

13 Mayıs 2025 Salı

Saksı

Güneş gözümün içine giriyor. Öyle parlak, öyle aydınlık ki o ân, geceden farkı yok benim için. İnsanı kör ediyor sanki. Korkutucu değil mi bir yandan? Kendime sorduğum soruların cevapları hep hazırda aslında. Sadece bazen, bunu kendime bile söylemeye hazır hissetmiyorum kendimi. Öylece gökyüzüne bakmak istiyorum.

Kumruları kovup durmuştum yaşananlardan sonra, ama onlar kendilerine yine saçma sapan bir yer bulmuşlar pencereden uzak başka bir saksıda. Anlasınlar istiyorum, öyle olmasın istiyorum. Üstelik kızgınım da. Ama yine olmuyor. İnsanın canını acıtan yerleri niye terk edemediğini, orada yeniden bir şeyleri inşa etme isteğini ben de çok iyi biliyorum aslında. Hiçbir şey boşuna değil ve bu da belki bu yüzden bu kadar ısrarla oluyor. “Bu kez böyle olmayacak, bu kez aynı hataları yapmayacağım” diye kendini iknâ edişleri; “bu kez şöyle yapacağım, böyle olacağım” deyişleri ben de biliyorum. Suçun hep kendinde olduğuna inanmayı, daha iyisini yapsaydı aslında öyle olmayacağının delillerini toplamayı çok iyi biliyorum. Hep kendini ispat çabası içinde bir yolculuğu olmuş insanlar, olmamışlıkları temize çekmek için fırsat ararlar sürekli. Aramaktan ziyade zorlarlar. Tıpkı bu kumrular gibi. 

Oysa bazen vazgeçmek gerekir. En çok istediklerinden, en çok değer verdiklerinden, hatta; “olmazsa benim ne anlamım kalır” dediklerinden bile. Seni tanımladığı öğretilen tüm o şeylerden kurtulmak gerekir. Yeniden, başka dal parçalarıyla yeni bir yuva kurmak gerekir. Kurup yine olmadığını görmek belki hatta. Sonra yeniden, ve yine yeniden. Ta ki doğru yeri bulana kadar. Zaten bir kumrunun saksıda ne işi var?