25 Ağustos 2007 Cumartesi

Derinlerden bir yerden...

Ne çok dibe vururum kendimi. Belki bile isteye, belki herşeyden bihaber. Ya da nedenli-nedensiz.
Gelmesini beklediği, yaşamak istediği günlerin, zamanların bile elbet sona ereceğini düşünür ve herşeyi manasızlaştırır mı insan? Diyelim ki yapıyordur, nedir onu bu noktaya getiren? Gördüğü, düşündüğü, yürek burkan hayat hikayelerine ya da yaşam mecburiyetlerine yardım edebilmek isteyip, yüzüne çarpan, sırasında kendi muhtemel gidişatına bile ne kadar etkisiz kaldığı gerçeği ile herşeyden vazgeçmeyipte ne yapsın bu bünye? Aklına üşüşen soruları nasıl bertaraf etsin, hep aynı yerlerde tıkanan muhtelif sorunları nereye saklasın?
Vicdanının ve aklının terazisi hassas oldu mu, içinden çıkılmaz olur hayat. Nefes alamaz olup, duvarlar arasına sıkıştığını hissettiğinde, bir dağın tepesinde, gücünün yettiğince haykırırken düşler insan kendini.
Öyle anlar olur ki, iki uç noktada gidip gelirsin. Bir an herşeyi yapabilecek kadar güçlü, cesur; bir an sonra hiçbirşey yapamayacak kadar yorgun, ürkek.
Bazen de “herşeyin üstesinden gelirim, gelmeliyim” ‘in geri dönüşleridir bunlar. İçinde sakladıklarınla öyle dolmuşsundur ki, yer bulamazsın yeni birşeylere. İçinde zar zor yer açtıklarınada büyük sorumluluklar yüklersin. İstersin ki diplerden çekip çıkarsın seni, engeller koysun derinlere inen yollara da. Ya da seninle gelebilsin, anlayabilsin seni. Oradayken de sevebilsin.
Derinden geliyor sesim, cılız ve etkisiz olabilir. Ama söylüyorum ben yine de. Şöyle diyor şarkı, en hissiyatlı haliyle;

“Bir yer bul otur önce.
ama yaralarıma dikkat et.
Gülüşlerim vardır elbet,
önce gözyaşlarımı silmen gerekecek.
Budur, zordur sevmek.”

Ağustos/2007

0 yorum: