24 Eylül 2008 Çarşamba

Cizre'ye mektup var!

Bir yaz geçti. Şırnak’taki kardeşim Çiya ile iletişim kuramadığım bir yaz. Mevsimlik fındık işçiliği için başka bir şehre gitmişlerdi. Geçen perşembe günü aradığında iki gün önce yeni geldiğini söyledi. Okullar başlayalı iki hafta olacaktı neredeyse. Onunla konuştuktan sonra, göndermeyi düşündüğüm paketin artık yola çıkma vaktinin geldiğine karar verdim.

Dün akşam Taksim’e gittim. Aysun topladığı eşyaları getirdi sağolsun. Onlar bir koli halinde gidecek. Gülüş de evinde başka bir koli hazırlamakta. Aysun’un getirdiği eşyalara, kendi hazırladıklarımı ve aldığım kırtasiye malzemelerini de ekleyeceğim. Kırtasiye malzemeleri ile ilgilenirken, çocuk okutan ailelerin ne kadar zorluklarla başa çıkarak, nasıl da imkansızı başardıklarını bir kez daha anladığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Fiyat sorduğum birkaç yere oranla, daha uygun fiyatlı bir yerden alışveriş yapmama rağmen, fiyatlar el yakıyordu. Bu ülkede insanlar bir mucizeyi gerçekleştiriyorlar. Ama kendi mucizelerinin kendileri bile farkında değiller. Ne acı…

Aysunum’un bir sırt çantasına, bir de poşete doldurduğu eşyalarla, bir aşağı bir yukarı dolaşıp durduk bütün akşam. Yükü sırtında kaplumbağalar gibi. Meydana doğru yola çıkmışken, gittikçe hızlanan yağmurla ıslandık biraz. Otobüse bindiğimde daha da hızlanmıştı yağmur. Taksim’in meydanındaki o koca sokak lambasının ışığında, yağan yağmurun şiddetini gördüm. Korunaklı bir yerde camdan izlemek için güzel bir manzaraydı. O yağmurun altında, o saatte, yaşı daha on beşe bile varmamış küçük çocuklar su satmak için mücadele veriyorlardı. Otobüs ilk kırmızı ışıkta, çalışarak alınamayacak kadar pahalı bir arabanın direksiyonunda ritim tutan, benim yaşlarımda bir gencin arabasıyla yan yana durdu. Camlar buğulandı sonra. Ama silmedim. Hayatın daha fazlasını görmek istemedim belki. Yorgundum. Bir elimdeki çanta ile diğer elimdeki poşeti taşımanın yorgunluğu olsaydı keşke hissettiğim. Gördüklerinden yorulan ruhum olmasaydı.

Eve varır varmaz geç kalınmış bir şeylerin telaşına kapılmış gibi, başladım eşyaları kolilemeye. O yağmurda korunmasız, yaşam mücadelesi veren çocuklara geç kalmışlığın telaşı vardı belki üzerimde. Yapmaya çalıştıklarımız yetecek miydi? O çocukların aydınlık yarınları olmasına yetebilecek miydik? Bu ülkede çocuk olmak, çocuk yetiştirmek, bir kürsüye çıkıp “üç çocuk yapın!” demek kadar kolay değil! Bunu göremeyenlere, göz ardı edenlere, Kemal abi kaynaklı bir cümle ile seslenmek istiyorum. “Hesap mı bilmiyorsunuz, dayak mı yemediniz?”

Gülüş, Aysuniçkimi, varlığınız, çabalarınız ve yardımlarınız için çok çok çoookk teşekkürler…

Eylül/2008

0 yorum: