24 Mart 2008 Pazartesi

Aşk varsa eğer...

Bilmediğimdin sen, bilemediğimdin. Hiç değişmedi sana ait tanımlamalarım. Mekanlar, zaman, insanlar hatta ben bile değiştim. O günlerden içimde kalan bilinmezlik hiç değişmedi.
Seninle birlikte, bir kutuya koyup kaldırdım aşka olan inancımı, seneler evvel. Ve o günden beri, ömrümüz boyunca aşka sadece bir defa rastlayabileceğimize inandım. Belki de işin aslı, benim bünyemde, aşkın etkisini gösterebileceği en muhtemel yaşların, çocuk sayılabileceğim o zamanlara rastlamasıydı.
Sevmiştim seni, hak edip etmediğini bile bilmeden, düşünmeden. Hala bilmiyorum gerçekten sevmiş miydin sen de beni. Yanlış bir seçimdin, bunu biliyorum bak. Biraz daha dikkatle ve anlamak isteyerek baksaydım sana, çözebilirdim elbet. Olmazları görmezden gelmeyi seçmiştim ben. Gerçi diyorum ya, olura-olmaza kafa yoracak kadar bilincinde değildim kendimin, sana tutulduğumda. Yine de adına aşk dediğim yegane şeye yanlış demek içime sinmiyor.
Ne kırgınlık, ne kızgınlık var içimde, sana karşı. Hazmedilmiş bir ayrılığın ya da terkedilişin etkisinden belki de. Şimdi sen, “zaten yıllar sonra hala ne kızgınlığı?” diyebilirsin. Yürek, seneler geçse de gideni, acı çektireni unutmuyor. Aslında kimseyi unutmuyor ve viraneye dönüyor, biriktirdiklerinin ağırlığından. Farklı yerlere kaldırmış oluyor anılarını. Tıpkı seni yeniden hatırlatan o tozlu kutu gibi.
Aşk varsa eğer ve hissettiklerimin adı aşksa, o bir tek sen olabilmiştin. Yalan-yanlış ya da çocuk aklı, yani bahanelerim ve sen, hiçbirşey bu durumu değiştirmiyor. Yürek, acı çektireni daha mı çok seviyor?

Mart/2008

0 yorum: