12 Kasım 2008 Çarşamba

Bir şarkının yolculuğunda

Usul usul bir yağmur yağıyordu aşığı olduğu kentin sokaklarına. Yatağın üzerine oturmuş eşyalarını topluyordu, yağan yağmur gibi usul usul. En sevdiği kazağını, ona hediye örülen şalı, aklına ilk gelen diğer zaruri ihtiyaçlarını ve hayatının tam ortasında olan yabancılığı koydu bavuluna. En üste de tanıdık yüzleri barındıran bir fotoğraf albümü iliştirdi, kapadı bavulu. Bu anı görmekten ürker gibi gözlerini de kapayarak.

Gözü masadaki takvime ilişti. Bir bankanın takviminin yapraklarını, ilkokul çocuklarının yaptığı resimler süslüyordu. 5.sınıf öğrencisi bir kızın resminde, bir kardan adam el sallayarak gülümsüyordu. Arkada oyun oynayan çocuklar vardı ve bu resim, ocak ayını anlatmaktaydı. Çocuk, çizdiği evlerin dışını rengarenk boyamıştı, pencereler perdesizdi. Bacalar hararetle tütüyordu. Sıcacık evin renkli duvarlarından, bembeyaz karın kapladığı yerlere kadar her şey, çocuk dünyasının renklerine bezenmişti. Bacadan tüten duman petrol yeşiliydi mesela; evin alt tarafı sarı, üstü mavi, ortası yeşil-kahverengiydi. Kendi çocukluğu geldi aklına. Çocukluğunu ne kadar mutlu geçirdiği. O korunaklı dünyada olmak ne güzel olurdu şimdi.

Bavulunu aldı eline, kapıya doğru yürüdü. Dönüp bir kere daha göz attı odasına, onu anlatan eşyalarına. Posterlerine, geçen zamanın izlerini taşıyan not tahtasına baktı. 2 hafta öncesine kadar aslı, şimdi ise zamanın belirlediği hatlarının beyazlığı vardı, sevgilisiyle çekilmiş resimlerinin yerinde. Yapılmış planlar, doğum günü hatırlatmaları, beğendiği sözleri yazıp astığı not kağıtları, her şey yerli yerindeydi işte. Bir tek onun aklı ve kalbiydi sanki darmadağın olan.

Tren garına gelmişti, elinde bir bavul. Omuzları çökük, gözleri ardında. Bir tren yaklaştı yavaş yavaş; etrafta bir telaş, gözler yolda. Gelen de, giden de yola bakıyor yalnızca. Önünde uzayıp giden o yola. Ayıran, kavuşturan o demir raylara. Bir banka oturdu, kucağında o yeşil bavul. Kollarını kavuşturdu bavulun üzerinde, başını kollarına yasladı. Yandaki bankta oturan o küçük kıza baktı. Kızın banktan aşağıya sarkıtıp salladığı ayaklarında, kırmızı rugan pabuçlar vardı. Saçları iki yandan örgülü, uçları kurdaleli. Gitmek için gerçekten güzel bir gün müydü?

Bir bavul hazırlayıp gitmek kadar kolay mıydı, birinin yüreğinden ayrılmak? Kolay mıydı, söyleyecek herşeyi tüketmiş iki yabancı gibi, yalnızca “iyi bak kendine” diyerek uzaklaşmak?

Kasım/2008

0 yorum: