24 Kasım 2008 Pazartesi

Uykusuz

Geceleri uykuya teslim olana dek müzik dinlemeyi seviyorum ben. Yaşadıklarımı düşünmeyi, hayaller kurmayı, şarkının bir yerinde eşlik etmeye başlamayı seviyorum. Ama son birkaç gündür ritmimi kaybettim galiba. Ruh halimi kestiremiyorum, bir şarkıyı sonuna kadar dinleyemiyorum. Hatta bazen başlamasına bile fırsat vermiyorum. Televizyon kumandasının hakimi, zap yapan kişiye mahkum aile fertleri gibiyim. Kendimle kavga ediyorum.

“Tülay birinde dur artk!”

“Ama canım dinlemek istemiyor!”

Bir maphusun özgürlük düşleri gibi umutlu ama uzak uykunun kucağı. Ve zaman ilerledikçe de alabildiğine özlem dolu. Dalgaların yıkadığı kumlara isim yazmak gibi nafile bir çaba uyumaya çalışmak. Öyle uyuyayım deyince uyunmuyor ki.

İlkokul dönemlerimde benim için en sevimsiz zamanlar pazar akşamlarıydı. Annem yemek yapardı mutfakta. Yatağa kovulana kadar bir şeylerle oyalanırdım ben de. Annemin soyup doğradığı o soğanların acısı ne yapıyorsa artık gözlerime, yatağa yattığımda bir türlü kapatamazdım gözlerimi. Yanardı içi, uyuyamazdım. Çok sinir bozucuydu o anlar, döner dururdum yatakta. Dayanıksızlığımdan mı yoksa gözlerimin hassaslığından mı bilmiyorum, hala daha aynı şekilde acır gözlerim. Daha soyarken ağlamaya başlıyorum. O yüzden kaçabildiğim kadar kaçıyorum bu işten. Ama annemin iğnelemelerinden kurtulmak, o kadar kolay olmuyor tabii. “Her zaman bana mı doğratacaksın soğanları?” Bilmem… Ama fena da olmaz aslında. Tabii bunları söylemiyorum ona. Küçüklüğümden beri, bir şey yaparken huysuzluk ettiğimde “Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine” der hep. Aslında haklıdır da. Ben bu konuya nereden geldim ki, hay Allah.

İşte o uykusuz ve huzursuz zamanlarımda yazdığım satırları okurken ben, bu okuduklarınız çıktı ortaya. Kendi huzursuzluğumun sebebini bulurum belki diye başlamıştım ama henüz bir sonuca varamadım. En iyisi ben bir de şarkı ekleyeyim bu yazıya…

Kasım/2008

0 yorum: