6 Ekim 2008 Pazartesi

Dün yağmur vardı İstanbul'da

Fırtınanın ardından başladı yağmur. Tenteleri açmaya uğraşıyordu herkes, aceleyle. Yağmura yakalanmamak, tezgahtaki mallarını ıslatmamaktı dertleri. Pazarın tezgahçıları, karınca gibi çalışıyorlardı; bir an önce işlerini halletmek için. O alelacele yapılan işe rağmen, iyi kötü açıldı tenteler; tezgahların üzerine.

Tentenin kenarından süzülen damlalar, belirli aralıklarla, birkaç adım ötemdeki iki kaldırım taşının arasına düşüyor. Az ileride ise, bir su birikintisinin üzerinde dalgalar oluşturuyor. Yağmur tüm haşmetiyle yağıyor İstanbul sokaklarına. Bense elimde bir fincan çay, az evvel yaşanan kavgayı düşünüyorum. Kötülüğün nasıl geçerli bir dil olduğuna şaşırıyorum. Ne gereksiz oysa, bu şaşkınlık hala.

Çirkefliğin insana nasıl bir dokunulmazlık kazandırdığına, sinirlerime hakim olmaya çalışarak tanık oldum. Çirkef olduğun vakit, ”aman yeter ki konuşmasın” mantığıyla, herşeyi hak görüyor insanlar. Ama artık dolup taşan sabrım, aynı üstünlüğü sürdürmek isteyen birine patladı dün. Derdimi bile anlatamamak nasıl sinire boğdu beni. “Aman sus. Deli işte, uyma sen.” İyi de nereye kadar? Her susuşumuzda daha da haklı görmüyor mu kendini bu insanlar? Susmak istemiyorum ki, rahat bırakın beni!

Ben kendi içimde sinirimle mücadele ederken, o, kendisine sağlanan üstünlüklerin farkında olarak, dilediğince konuşuyordu. O konuşurken, üstelik de haklı olduğum bir konuda, nasıl susmamı istersiniz benden? Hoş, söylesem laftan da anlamıyor ama. Üstünlüğü var ya, ne söylese haklı nasıl olsa!

Bu “aman idare edelim” mantığından çok sıkıldım. İdare etmeyelim! Herkes ne olduğunu, ne yaptığını, hatta haddini bilsin. Yağmur sadece sokakları değil, insanların içindeki kötü niyetleri de temizleyebilsin. Ah keşke, çok isterim…

Ekim/2008

0 yorum: