3 Ekim 2008 Cuma

Hiçkimseye

Aradan geçen zamanların sonrasında yüzüne bakarken öylece, “ben neden üzülmüştüm?” diye sordum kendime. Çoğu zaman söylediklerinden kendisi de bihaber biri için mi, yoksa böyle birine inanmayı denediğim için mi?

Her cümlenin ardına hikayeler eklemek marifet miydi? Hangisi gerçek, hangisi yalan kestiremediğim onlarca şey anlatırken, benim tek gerçeğim vardı sana dair. Tek ve yüzüne söylenebilecek kadar cesaretli bir gerçek. “Sana inanmıyorum!” İçimde hala varolduğuna inandığım cam kırıklarının, aslında çoktan yok olup gittiklerini farkettim seninle konuşunca. Konuşmamak, senden yüz çevirmek, sana planlanmış bir ceza olmaktan çıkıp, kendime çektirdiğim bir ceza olmuş. İçimin sensizliğinden haberdar olmamı geciktirmiş. “Bana bunu yapmaya hakkın yok!” dediğinde, haklılığımı bir kez daha farkettim ben. Seçimler yaptık ve herkes payına düşeni aldı. Haksızlığa neden ne olabilirdi ki?

Sen, beni incitmek pahasına başka yollar seçtin. Ben de seçtiğin yollarda rahatça yürümen için selamımı bile sakındım senden. Haklılığımı kabullenirken sen, ne bir son, ne de bir başlangıç olamayacak kadar sıradan buldum o konuşmayı. Bildiğin bir şarkının, mırıldanılan mısrasının devamını getirmek kadar olağandı işte. Satır aralarında mesajı yok hiçkimseye…

Ekim/2008

0 yorum: