23 Aralık 2010 Perşembe

Misafirlik

Demini iyice almış, ince belli bardaklarla sarmalanmış çaylar yudumlanırdı; köyün suskunluğuna yayılan kuş-böcek sesleri, yarı beline kadar açık ahşap pencerelerden içeri dolarken. Çocuklar, o kalabalığın içinde, kabul görmenin tanığı sayarlardı, büyükleriyle bir örnek bardaklardan çay içebilmeyi. Öyle ki, karşı köyün, gecenin karanlığında zor bela seçilebilen tepelerine tırmanırken, ateş böceği misali farlarını takip ettikleri arabalar bile, önemini yitirirdi o an.
Gün içinde onlardan saklanmış ne var ise, onu yakalayabilmek için, kendi sabırlarını test edercesine, büyüklerin yanlarında oturmakta direnirlerdi. Sonra bir an, hiç gocunmadan pes ederlerdi. Kendi dünyalarına döner, başka bir odada, kendi kurdukları başka bir oyun içinde koşturup dururlardı. Ta ki çay kaşıkları, ince belli bardakların üzerine, yüzükoyun kapanıncaya kadar. "Ziyade olsun"
Yıllar sonra o çocuklar, kurdukları hayat oyununun yenilgilerine de aynı sabırla yaklaşan insanlar olduklarında, kapatacaklar çay kaşıklarını, çocukken hep özendikleri gibi, ince belli bardaklara. Ve misafirliğin gereklerini bilen bütün insanlar gibi, davranışlarının ne anlama geldiğini çözmüş bir tavırla bakacaklar hep hayata.

4 yorum:

Ateş Böceği dedi ki...

Misafir ol gel bana börekler açarım sana ..

Büşra Bayram dedi ki...

Artık çayları fincanlarda içiyor, dedikodu yapıyoruz. Dizilerden bahsedip bahsedip, saçma hayatları çekiştiriyoruz. Eyhh gidi nerde o eski Ramazanlar? :)

Adsız dedi ki...

ben küçükken de...

Zeugma dedi ki...

Biliyorum o yüzükoyun kapanan çay kaşığını. ''Başka içmek istemiyorum'' anlamındaydı.
Bazıları da muziplik olsun diye sırtüstü kapatırlardı kaşığı o ince belli bardağın üstüne :)
Daha epey içmek istediklerine işaretti (bunu herkes bilmez)...
Ben ikisini de unutmuştum ve sayende anımsadım...
Sevgiyle...