11 Kasım 2009 Çarşamba

Yağmur olsam, yağsam...

Yaz yağmuru sanıyorlar beni. Gün ortasında birdenbire başlayan yağmurun, ferahlatıcı damlalarıymışım gibi, bir an sonra durulmamı bekliyorlar. Göğe dönüp, damlalarıma teslim ederlerse yüzlerini, kötü anılardan arta kalan kırışıklıkları, silerim sanıyorlar. Oysa ben, sadece bilinçsiz bir yağmur damlasıyım. Buharlaşıp göğe yükselen ve her seferinde diğerini bilmezden gelerek, yeryüzüne inen. Ve dahası, yaz yağmuru olamayacak kadar, biriktirilmiş hüzünler taşıyorum içimde. Tek başlarına anlamı olmayan kelimeler var heybemde.
Gönül, eski bir sevgilinin güzel sözleriyle meltemi hissetse de, fırtınaların eşiğinde küçük bir tekne hâlâ. İnce düşünmekten yorgun... Ve başka türlüsünü bilemediği için, işlek bir caddenin ortasında kalakalmış gibi şaşkın, korkak...
Başarı gerektirmeyecek kadar eski bir duyguymuş meğer, ayrılıktan sonra, son vermemek cümlelere. Kurduğumuz köprüleri yıkmadan, ayrı yollarda yürümeye başlamak... Can yakmamak ne mümkün, ama acıya, bile isteye sebep olmamak. Eskiye ait bütün duygulardan arınıp, mutluluğu başka hikâyelerde aramanın gerektiğine inanmak... Ve seneler sonra bile, onu, "iyi insan" olarak tanımlamak; neden bu kadar önemli? Çünkü ilişkiler bitip, sıfatlar değiştiğinde dökülür, eteklerdeki taşlar. Ve asıl o zaman değer kazanır, bizim için yapılan tanımlamalar...

0 yorum: