5 Ocak 2010 Salı

Hep küçük şeyler

Sinsi bir soğuk var dışarıda. Tek bir yaprak kıpırdamıyor. Ve dahası, neredeyse üzerindeki kazakla dışarıya çıkmana sebep olabilecek kadar düzenbaz güneş, eşlik ediyor bu havaya. Akşam karanlığı çökerken göl kenarına, eldivensiz ellerime kar yağıyor sanki. Parmaklarım öyle uyuşmuş ki, hareket ettiremiyorum. Yürümeye başladığımız yol gözümde büyüyor. O an, en sevdiğim ses oluyor, odanın içine yayılan, tutuşmaya başlayan sobanın çıtırtıları. Ellerim soba borusuna mesafeli bir sarılışla yaklaşıyor. Odanın sıcaklığı gibi artıyor, içimdeki özlemler.
Çaydanlığın dışına yansıyan çirkin suretime bakıyorum. "O kadar kendini beğenmişsin ki, kendini bile beğenmiyorsun" diyen bir tanıdığın sesi yankılanıyor içimde. Cümledeki anlam karmaşasına, tezatlığına gülüyorum. Güldükçe daha çirkin oluyor o suret. Ama ellerim diye düşünüyorum, artık üşümüyor. Ve yüzümdeki gülümsemenin, belki en önemli sebebi bu oluyor.

2 yorum:

aa dedi ki...

tanıdığın sözü etkileyici. bu söze nispet yaparcasına, 'güldüğünde çaydanlıktaki yansımanın daha da çirkinleşmesi' detayı ise büyüleyici. tebrik ve eyv..

Newbahar dedi ki...

Bu küçük şeyler, Newbaharı illaki uğrayıp okuması için teşvik ediyor.
Keyifle okuyorum, bilesiniz.