14 Temmuz 2010 Çarşamba

Elbette

Apartman kapısından çıkarken bu sabah, sokağın temizliğinden sorumlu o abiyle karşılaştım yine. Yolumun üzerinde olduğu için, neredeyse eve en uzak konteynıra çöp attığımı bildiğinden, "bırak abla apartmanın girişine, ben alırım" diyor, beni her gördüğünde. Oysa bilmiyor, benim içim elvermez, ortalığı öyle dağınık dökük bırakıp gitmeye. Bu sabah tam apartman çıkışında karşılaşmamızdan memnun görünüyor, alıyor elimden poşetleri. İnsan böyle bir şeyden mutlu olabilir mi? Elimi kolumu sallayarak tatile çıkmış gibi hissediyorum o an kendimi. Yani hep o hayal ettiğim, hiçbir şeyi umursamadan, gerekliliklerinden kurtulmuş biri olarak yollara düşmüşüm gibi. Bunu farkediyor herhalde ki, gülüyor.
"Bir simit alabilir miyim?" Başında şapkası, "bütün buralar benim" edasıyla tezgahın başında oturan adam, söylediklerimi soruya çeviriyor. "Bir simit mi istiyorsun?" Sanki yanlış bir şey söylemişim de, uyarmaya çalışıyor beni. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken, simidi pakete sarıp uzatıyor. Kolay gelsin diyorum. Gülüyor.
Sevgililer dolanıyor sokaklarda. Yalnızlar daha kalabalık oysa. Onlar sadece dağınıklar. Gökyüzündeki parça parça bulutlara benziyorlar, her biri bir yerde. Ve akıllarında kimbilir neler. Uzanıp gidiyorlar yollara, yalnızlıkları kadar sessizler. Sokağın gürültüsüne bile aldırmıyorlar bak. İçlerindeki karmaşa yetiyor onlara. Ne zaman ki karşılaşıyorlar bir sokakta, yağmur yağıyor kurumuş topraklara. Özlenen toprak kokusu gibi gülüyorlar.

0 yorum: